13 Ocak 2017 Cuma

Knut Hamsun, Açlık - Kitap İncelemesi ve Alıntılar


7.7 / 10

Benim için çok zor bir okumaydı, itiraf etmeliyim. İnce bir roman olmasına rağmen okurken yer yer çok rahatsız oldum, ilk defa bir roman karakterini eşek sudan gelene dek dövmek istedim. Bazı sayfalarda " kardeşim bu kadar da aptal olmaz ki insan " diyerek kitapla yüzüme falan vurdum.

Yazardan bahsetmek gerekirse, Knut Hamsun 1859 doğumlu Norveçli bir yazar. Anladığım kadarıyla bu romanda biraz kendi hayatından esinlenişler, dokunuşlar var. Knut Hamsun çok yokluk çekmiş, zor bir hayatı olmuş. Romanın baş kahramanı gibi sefaletle savaşmış, hayatta kalmak için uğraşmış. Çeşitli işlere girmiş çıkmış ama yazmak tek tutkusu, yazarak hayatını kazanmak tek hayaliymiş (ah ah..) Romandaki gibi, Norveç'in bir şehri olan Kristiana'da bir süre yaşamış ve aynı romandaki gibi sıkıntılarla uğraşmış. Biyografi ve romandaki hikayenin bu kadar örtüşmesi bana okurken ara sıra saç baş yolduran baş kahramanın bizzat yazarın kendisi olduğu çağrışımını yaptı nedense :)
 1920 yılında Nobel ödülü kazanarak yazarlığını ispatlasa da muradına ermiş midir bilinmez.

Roman elbette Norveç'in Kristiana kasabasındaki bir genç adamın yazarak kazanma arzusu, bu uğurda yaşadığı sefil hayat, sokaklarda kendi düşünceleri ile baş başa kendisine yardım edecek hiç kimsesi olmadan avare gezmeleri ile dolu. Günlece ağzına yemek koyamadığı zamanlarda bile gururludur, yardım istemeye yanaşmaz bunu kendine yakıştıramaz. İnsanlara kendini sürekli olmadığı biri gibi tanıtmaya uğraşır, bazen kandırır ancak çoğu zaman insanlar hırpani kılığı sebebiyle ondan kaçar, hırsız ya da dilenci zannederek tersler. Bu baş kahramanımız Tangen'i giderek daha büyük bir perişanlığa sürükler, bedeni gibi ruhu da dardadır. Ara sıra gelen yazma ilhamları ile bir kaç makale tamamlayarak beş on kron kazandığı günler morali düzelir, yüzü aydınlanır ve parasını sanki kendi ihtiyacı yokmuş, günlerdir aç açık değilmiş gibi sokaktaki insanlara avuç avuç dağıtır. Bundan büyük bir keyif alır, kendini ruh mertebesinde yükselmiş sayar. Sonra yine başa sarar hikaye. 

Rehineciye satacak hiçbir şeyi kalmayınca ceketinin düğmelerini söküp satmaya çalışmaya kadar varır olaylar, battaniyesi ödünçtür, kalacak yeri yoktur ama karnını doyurmak maksadıyla bile farklı işler yapmaya pek yanaşmaz, yapacağı işin illa kağıt kalemle olmasını ister. 

Ben bu noktada karaktere üzülmeyi bırakıp biraz sinir oldum. Gururundan ve yazı dışında başka iş yapmak istememe kibrinden defalarca açlıktan ölmenin eşiğinden dönerken ben de kendisini evire çevire dövmek istedim.

Netice itibariyle içimi sıkan, zor bir okuma oldu ama kitaba kötü diyemem. Kaliteli cümlelerle dolu, kalburüstü bir romandı. Alıntıları da ekleyerek yazımı bitiriyorum, herkese iyi okumalar :)


"Yoksulun zekası zenginin zekasından çok daha keskin gözlemcidir. Yoksul, attığı her adımda etrafına bakınır, insanlardan duyduğu her söze şüpheyle kulak kabartır. Böylelikle her adım onun düşüncesine ve duygularına bir iş, bir görev yükler. Fakirin kulağı delik, duyarlığı yüksektir. O görmüş geçirmiş bir adamdır, ruhunda yanık yaraları vardır. "

Bulutsuz, berraktı gökyüzü,benim de gönlüm gölgesiz. "

" Rastgele bir kalem için bu kadar yolu yürümek aklıma bile gelmez. dedim. Ama
kalem bu olunca iş değişir, bu başka. Değersiz bir şey gerçi, fakat benim şu
yeryüzündeki mevkim aşağı yukarı bu kalem sağladı; hayattaki yerimi ben
adeta ona borçluyum. "

Bazen de otlara bakarım, otlar da belki bana bakarlar, olamaz mı? "

Tapılacak bir kadındı. Bir evliyayı bile şeytan yapacak kadar şirindi, yabani ipek rengini andıran gözleri, amberden kolları vardı. Bir bakışı, karşısındakini bir öpücük gibi baştan çıkarırdı. Sesi kadehe dökülen şarap gibi ta kalbime inerdi. "

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder